Birindar ve Yara Bende ile öyküdeki ustaligini romanlarinda da sürdüren Abdullah Atascidan zorunlu bir göcün destansi dil ve folklorik sesle anlatildigi bir hatirlamalar serencami Dagda Duman Yeri Yok, her seyi bir trene sigdiriyor; vagonlardan dengbjler, hüzünler, ayriliklar ve hayatdökümleri rüzgara karisip yazarin hayalle gercek arasinda kurguladigi yokyerlere savruluyor. Nereye gittiginin bir önemi yok, ne trenin ne de trendekilerin; belki de her sey bir rüya, kim bilir Romandaki tüm karakterler bir uykunun dehlizinde ve ölenin yasayandan farki yok; mezarliklardan cikarak mahallede dolasan ruhlar, gecmisle bugünü esitliyorlar. Bu romanda ses de islik da koku da ete kemige bürünüyor, onlar da hikayeye dahiller. Kirk gün kirk gece bir türkü mahcup mahcup caliyor; bu türküyü herkes hem can kulagiyla dinliyor hem de tüm sehir, tüm insanlar sagirlasiyor sanki. Dagda Duman Yeri Yok tamam da, sehir duman altinda. Agir agir, sanki hic acelesi yokmuscasina konustu. Neden savastiklarindan, özgürlügün ne anlama geldiginden, bir halkin en önemli varliginin dili oldugundan, dili yasaklanmis bir halkin zalimlere karsi ayaga kalkmasindan ve daha bir sürü seyden bahsetti. Yangin en azili düsmanina saldiriyormus gibi gittikce yayiliyor, saglam bulabildigi her seyin üzerine bir kasirga gibi ilerliyor; yesili de beyazi da büsbütün kirleterek büyüyordu. Bu, besbelli topragin kederiydi. Cünkü doguran da cogaltan da, seven de, anlayan da, sefkat gösteren de toprakti. Topragin hazin bir yenilgisiydi bu.
Hinweis: Dieser Artikel kann nur an eine deutsche Lieferadresse ausgeliefert werden.
Hinweis: Dieser Artikel kann nur an eine deutsche Lieferadresse ausgeliefert werden.