20. yüzyilin anlatisi sinemadir. Cok kisa bir zaman icinde hükmünü tüm kitalara yaymis, anlati türünün eski ve saygin ürünlerini bile kendisine ram etmistir. Insanin anlatiyi görmek istiyaki, her direnci kirmis, talep kendisini herkese dayatmistir. Üstelik bu sürecte baslangicta salt eglence olan bir sektör, evrimi icinde Yedinci Sanatliga terfi etmistir. Cünkü sinema, her anlati gibi, öyle ya da böyle insanlik durumuyla yakindan iliskilidir. Insan ve onun tüm bagintilari, her zaman sinemanin merkezinde olmustur. Ister ücüncü sinif bir korku filmi isterse bir sinema klasigi olsun her ikisinde de insana ait bir öz vardir. Bu öz, sinemayi vazgecilmez kilmaktadir. Bu noktada insana dokunan bir sanatin gelenegi boslamasi düsünülemez. Cok erken devirlerden itibaren sinemada geleneksel hayatin cesitli sahnelerinin öyle ya da böyle arziendam ettigi görülmektedir. Türk sinemasi da bu gercegin disinda kalmamistir. Hic ummadiginiz bir filmin fonunda bile gercek hayatin aktigini görürsünüz ki bu Türk sinemasini hayatin gizli bir sahidi kilmaktadir. Öte yandan 1940li yillardan itibaren giderek artan geleneksel ögelerin islendigi filmler, devirden devire degisen bir gözle yansitilsa da her zaman önemini korumustur. Ahmet Özgür Güvencin kitabi bize halkbilimi gözlügüyle filmlere nasil bakilabileceginin bir modelini sunuyor. Görüntü, ses ve metin merkezli üclü bir arastirma modeli öneren kitaba, bu sebeple, bir yöntem denemesi dememiz de mümkündür. Böylece bu özgün calisma, bir film incelemesi katalogu olmanin cok uzaginda ve filmleri merkeze koyup birtakim unsurlari mercek altina alan bir yaklasimi yok. Bunun yerine Güvenc, sinemanin folklorun bir kaynagi olabilecegi tezini vukufla ele aliyor. Folklorcu endiselerini beyaz perdede görmeyi merak ediyorsaniz, bir bilet de siz alin ve temasa baslas
Hinweis: Dieser Artikel kann nur an eine deutsche Lieferadresse ausgeliefert werden.
Hinweis: Dieser Artikel kann nur an eine deutsche Lieferadresse ausgeliefert werden.