Zindan günlerinde yapmaya basladigim ve hala terk etmedigim ve de terk etmeyecegim seylerden biri yazma isidir. Bundan söz açti Hayrullah. "Simdiler ne yaziyorsun?" diye sordu.
"Ben" dedim "Su devrin magdurlarini yaziyorum. Onlar hakkinda yazilacak, anlatilacak o kadar çok sey var ki. Acilar henüz tazeyken insanlardan dinleyip kaleme dökmezsek acilar dindikten sonra 'bir kötü fasildi geçti gitti' deyip konusmazlar sonra."
Hayrullah bir derin gögüs çekti; gözleri nemlendi; yüzü gölgelendi. "Hangi birini yazacaksin?" dedi. "Tarihte esine rastlanmayacak büyük bir zulümdür yapilanlar. Magduru degil bir, degil yüzdür. Milyonlardir. Bunlarin kimisi iskenceyle, kimisi bogazi kesilerek, kimisi polisten kaçarken bir binadan düserek, ya da hicret yolunda okyanuslarin amansiz dalgalarina, ya da Meriç'in insafsiz akintisina kapilip bogularak vefat etti. Kaç dram ve kaç hikaye var biliyor musun?"
Bir sizi olup oturdu içime Hayrullah'in animsattiklari. Devrimizin muktedirleri ne kadar gaddarlardi ki kadina, çocuga dahi acimadilar.
Karinca kadarinca ben de bir seyler yazmistim ve yazacaktim. Kalemimin kuvveti nispetinde anlatacaktim onlari, olanlari. Ben de birçoklari gibi sussa miydim? Herhalde zulme ugrayanlardan olmasaydim dahi, bir dilsiz seytan olmayacaktim. Hele ki zulmü alkislayanlardan asla!
Hayrullah'a "Haklisin" dedim "Binler, milyonlar magdur var. Bunlarin hepsi tek tek anlatamam ancak bir kismini hikayelerimin karakteri haline getirerek sürecin bazi cihetlerini ortaya koymaya çalisabilirim. Bu da kolay degil benim için ama denemekten ne zarar çikar! Hikâyelerimle bir tek yürege dokunursam maksadima vasil olmus sayarim kendimi."
Çay her zaman oldugu gibi gerçek muhabbetlerin ortasindaki en önemli nesneydi. Bardaklar bir bosalip bir doluyordu; bosalan bardaklarin yerini tavsankani, mis kokulu çaylar aliyordu. Dilimizle muhabbet ettik, gönlümüzle muhabbeti sürdürdük. Her seyi konustuk. Neden sonra hatirladi Hayrullah "Fuat Abi vardi ya!" dedi "Hatirliyorsun onu degil mi?"
"Hiç unutur muyum onu?" diye cevap verdim gözlerim fincan fincan açilarak. "Yedi metre yükseklikte üzeri dikenli tellerle çevrili beton duvarlarin üzerinden birbirimizle konusmustuk bagira bagira. Bir keresinde, küçük bir kutuya doldurdugum cacigi, ona ulastirmaya çalisirken az kalsin gardiyanlarin kafasina boca oluyordu." "Onun bir gönül yarasi vardi. Senelerce kanadi yüregi ve çok acisini yasadi."
"Hiçbir sey anlamadim" dedim. "Nasil bir yarasi!"
"Gönül yarasi... Bir sevda ugruna neler çekti neler. Iste bunu yaz!.. Gerçi bu muharebe meydaninda herkes canhiras bir savas verirken birinin kalkip çiçekler dermesi gibi bir sey olacak ama yazilasi bir yönü var..." dedi Hayrullah, çok enteresan bir olayi haber verir gibi basini salladi bir yandan.
"Bilmiyordum. Demek ki karisi gayrinda sevdasi olan bir baskasi var ha!" derken hayretler içindeydim. "Bana hiç anlatmadi dogrusu"
"Yasi biraz ilerlemis ya, içinde ask, sevda olan bir hadisenin onunla ilgili olarak anlatilmasindan utaniyor biraz. Bu sebeple öyle herkese anlatiyor."
Beni bir merak aldi. 'Iki hatta üç esli kocalarin varliginin yadirganmadigi, hatta giptayla bakildigi bir sosyal yapi içinde Fuat abi neden utansin ve sevdasini saklasin.' diye düsündüm. Onun gibi varlikli niceleri kendilerine haremler kurup, sayisiz es ve metresle gönül eglenirken...
Ben daha sormadan anlatmaya basladi Hayrullah. O anlattikça benim ilgim artti. Bir süre sonra kendimi müthis bir hikayenin içinde buldum.
Sonra bir yerde anlatmayi birakti Hayrullah. Bir sirri ifsa etmisti. "Unuttum!" dedi. "Bunu kimseye anlatmayacagima sözünü vermistim Fuat agabeye. Allah kahretmesin!" Cani pek sikildi.
Hiçbir hikayeci böyle bir konuya kayitsiz kalmazdi. Hele ki konusu asksa! Fuat'in sirri sayilan hikâye zahmetsiz elde edilmis bir gömü kadar kiymeti haizdi benim için. Bu sirri sir vasfindan çikarmadan yazmanin bir yolu olmaliydi. Veya yazmak için ikna etmeliydim Fuat'i...
"Ben" dedim "Su devrin magdurlarini yaziyorum. Onlar hakkinda yazilacak, anlatilacak o kadar çok sey var ki. Acilar henüz tazeyken insanlardan dinleyip kaleme dökmezsek acilar dindikten sonra 'bir kötü fasildi geçti gitti' deyip konusmazlar sonra."
Hayrullah bir derin gögüs çekti; gözleri nemlendi; yüzü gölgelendi. "Hangi birini yazacaksin?" dedi. "Tarihte esine rastlanmayacak büyük bir zulümdür yapilanlar. Magduru degil bir, degil yüzdür. Milyonlardir. Bunlarin kimisi iskenceyle, kimisi bogazi kesilerek, kimisi polisten kaçarken bir binadan düserek, ya da hicret yolunda okyanuslarin amansiz dalgalarina, ya da Meriç'in insafsiz akintisina kapilip bogularak vefat etti. Kaç dram ve kaç hikaye var biliyor musun?"
Bir sizi olup oturdu içime Hayrullah'in animsattiklari. Devrimizin muktedirleri ne kadar gaddarlardi ki kadina, çocuga dahi acimadilar.
Karinca kadarinca ben de bir seyler yazmistim ve yazacaktim. Kalemimin kuvveti nispetinde anlatacaktim onlari, olanlari. Ben de birçoklari gibi sussa miydim? Herhalde zulme ugrayanlardan olmasaydim dahi, bir dilsiz seytan olmayacaktim. Hele ki zulmü alkislayanlardan asla!
Hayrullah'a "Haklisin" dedim "Binler, milyonlar magdur var. Bunlarin hepsi tek tek anlatamam ancak bir kismini hikayelerimin karakteri haline getirerek sürecin bazi cihetlerini ortaya koymaya çalisabilirim. Bu da kolay degil benim için ama denemekten ne zarar çikar! Hikâyelerimle bir tek yürege dokunursam maksadima vasil olmus sayarim kendimi."
Çay her zaman oldugu gibi gerçek muhabbetlerin ortasindaki en önemli nesneydi. Bardaklar bir bosalip bir doluyordu; bosalan bardaklarin yerini tavsankani, mis kokulu çaylar aliyordu. Dilimizle muhabbet ettik, gönlümüzle muhabbeti sürdürdük. Her seyi konustuk. Neden sonra hatirladi Hayrullah "Fuat Abi vardi ya!" dedi "Hatirliyorsun onu degil mi?"
"Hiç unutur muyum onu?" diye cevap verdim gözlerim fincan fincan açilarak. "Yedi metre yükseklikte üzeri dikenli tellerle çevrili beton duvarlarin üzerinden birbirimizle konusmustuk bagira bagira. Bir keresinde, küçük bir kutuya doldurdugum cacigi, ona ulastirmaya çalisirken az kalsin gardiyanlarin kafasina boca oluyordu." "Onun bir gönül yarasi vardi. Senelerce kanadi yüregi ve çok acisini yasadi."
"Hiçbir sey anlamadim" dedim. "Nasil bir yarasi!"
"Gönül yarasi... Bir sevda ugruna neler çekti neler. Iste bunu yaz!.. Gerçi bu muharebe meydaninda herkes canhiras bir savas verirken birinin kalkip çiçekler dermesi gibi bir sey olacak ama yazilasi bir yönü var..." dedi Hayrullah, çok enteresan bir olayi haber verir gibi basini salladi bir yandan.
"Bilmiyordum. Demek ki karisi gayrinda sevdasi olan bir baskasi var ha!" derken hayretler içindeydim. "Bana hiç anlatmadi dogrusu"
"Yasi biraz ilerlemis ya, içinde ask, sevda olan bir hadisenin onunla ilgili olarak anlatilmasindan utaniyor biraz. Bu sebeple öyle herkese anlatiyor."
Beni bir merak aldi. 'Iki hatta üç esli kocalarin varliginin yadirganmadigi, hatta giptayla bakildigi bir sosyal yapi içinde Fuat abi neden utansin ve sevdasini saklasin.' diye düsündüm. Onun gibi varlikli niceleri kendilerine haremler kurup, sayisiz es ve metresle gönül eglenirken...
Ben daha sormadan anlatmaya basladi Hayrullah. O anlattikça benim ilgim artti. Bir süre sonra kendimi müthis bir hikayenin içinde buldum.
Sonra bir yerde anlatmayi birakti Hayrullah. Bir sirri ifsa etmisti. "Unuttum!" dedi. "Bunu kimseye anlatmayacagima sözünü vermistim Fuat agabeye. Allah kahretmesin!" Cani pek sikildi.
Hiçbir hikayeci böyle bir konuya kayitsiz kalmazdi. Hele ki konusu asksa! Fuat'in sirri sayilan hikâye zahmetsiz elde edilmis bir gömü kadar kiymeti haizdi benim için. Bu sirri sir vasfindan çikarmadan yazmanin bir yolu olmaliydi. Veya yazmak için ikna etmeliydim Fuat'i...
Dieser Download kann aus rechtlichen Gründen nur mit Rechnungsadresse in A, B, CY, CZ, D, DK, EW, E, FIN, F, GR, H, IRL, I, LT, L, LR, M, NL, PL, P, R, S, SLO, SK ausgeliefert werden.