Dedemin babasi Çukurova çapinda bir alim ve sairmis. Geriye üç eser birakmis. Birisi Türkçe kelimelerin yanlis kullanimiyla ilgili manzum bir esermis. Ogullarindan biri kitap olarak bastirmak için Ankara'ya götürmek istemis. Eserleri, yolda kaldigi bir konakta unutmus. Sonra haber salmis, "O kitaplari o konaktan alip gönderin, bastiralim." demis. Dedem "Kitaplari bulamadik." diye içi gider, hayiflanirdi. Zihninde kaldigi kadariyla bize manzum eserden örnekler aktarirdi:
Igneye diken de dikene batan
Kazmaya kazan de, kazana kizan
Yani igne dikme görevi gördügü için olsa olsa diken olabilir. Diken de dikmez, ancak batar; o yüzden batan demek daha dogru olur.
Kazma dedigimiz sey de kazar; o yüzden kazan demek daha dogrudur. Kazana da isinan anlaminda kizan denmeli.
Ilave olarak "Deme kallanbura kalbur" kismini hatirliyordu; kalburun asli kallanburmus.
Bir de hikmetli bir siirini aktarirdi rahmetli dedem:
Oku yaz, kis yaz, vaktin geçirme
Cehalet hamrini ömre içirme
Seni aldatmasin batil göresek
Uyarsan ya olun merkep ya bir sek
Sonra bilemeyecegimiz kelimelerin anlamlarini verirdi: "Hamr, sarhosluk veren sey; göresek, moda; sek de köpek demek. Cehaleti içkiye benzetiyor." derdi.
O yüzden benim siirle ilk temasim dedem sayesindedir. Muhabbetlerinde mutlaka Akif'ten, Ziya Pasa'dan, daha bir sürü sairden beyitler okurdu.
Ortaokulu okumak için gurbete gidince annemle tek muhabere aracim mektuptu. Mektup yazarken bir kaç da siir yazdigimi hatirliyorum. Mesela ilk siirim söyleydi:
Oh ne hos
Oraya buraya kos
Kisin çuval bos
Ortaokulda sehir çapindaki siir yarismasinda ikinci olmustum da 29 Ekim resepsiyonunda gece saat 11.00'de Scrics marka kalem hediye etmislerdi. O günden bu tarafa tükenmez kalemlerim hep Scrics oldu.
Edebiyat hocalarimiz bizi siir yazmaya tesvik ettiler. Ben kendime siir defteri bile tuttum. Genelde kahramanlik ve çile siirleriydi. Belki de Necip Fazil'dan etkilenmistim. Cografya hocamiz bir gün elimde resimlenmis siir defterimi görünce, "Getir bir bakayim." deyip istemisti.
Biraz da çekinerek vermistim. Söyle bir göz gezdirmis, "Hmm! Bu yasta bu çile!" demisti. Bense siiri çilenin dile getirilisi olarak algiliyordum. Okudugum siirler hep o yöndeydi.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin siirleriyle o dönemde karsilastim. Onu taklit etmeye çalistigim da oldu.
Bir edebiyat dersi esnasinda kar yagmaya baslayinca hocamiz: "Hislerinizi siirle ifade edin." demisti. Ben de oturup hiç kimseye okumadigim bir "Kar" siiri yazmistim. Sonra o 'Kar' siirini Türkiye Çocuk Dergisi'nin açtigi bir yarismaya komsumuzun çocugunun adiyla göndermistim. Dereceye girdi.
Üniversitede sikici derslerde, hep yarim kalmis siirlerim oldu. Onlari belki yirmi yil sonra tamamlayabildim. Sizinti Dergisi'ne gönderdigim 'zaman'la ilgili bir siir çikinca dünyalar benim olmustu. Ama devam etmedim.
Siire uzun süre ara verdim. Ilk çocugum dünyaya gelince ona hosamedi olsun diye siirler yazdim. Ikinci ogluma da 'ona yazdin, bana yazmadin' olmasin diye siirler yazdim. En son kizima da bir siir yazdim.
WhatsApp gruplari ve Zoom hayatimiza girdikten sonra çesitli gruplara dahil oldum. Birisi de edebiyatçi sair GÖKMENZÂDE'nin Crab Publishing çatisi altinda verdigi "KALEMIN DILI SIIR AKADEMISI" dersleriydi.
"Her siir bir misrai için okunur." derler. Ben hep o misrai yazmaya çalistim. Siirlerimin Necip Fazil'in benzetmesiyle 'keçiboynuzu' gibi degil bal kivaminda olmasini istedim. Yüregimin hopladigi anlari yazdim. Kendim için yazdim, belki baskalarinin hislerine de tercüman olmusumdur diye paylasmak istedim.
Siir, hep kalbimin bir yaninda, sicacik duran bir seydi. Neticede onun dersleri ve tesvikleri sayesinde siir duygum ikinci baharina uyandi. Onun tesvikleri olmasa belki de bu kitap vücuda gelmeyecek, dedemin babasi, adasim Akkiz Ali Efendi'nin eserlerinin akibetine ugrayacakti. Hem de bu çagda. Ali Akkiz
Igneye diken de dikene batan
Kazmaya kazan de, kazana kizan
Yani igne dikme görevi gördügü için olsa olsa diken olabilir. Diken de dikmez, ancak batar; o yüzden batan demek daha dogru olur.
Kazma dedigimiz sey de kazar; o yüzden kazan demek daha dogrudur. Kazana da isinan anlaminda kizan denmeli.
Ilave olarak "Deme kallanbura kalbur" kismini hatirliyordu; kalburun asli kallanburmus.
Bir de hikmetli bir siirini aktarirdi rahmetli dedem:
Oku yaz, kis yaz, vaktin geçirme
Cehalet hamrini ömre içirme
Seni aldatmasin batil göresek
Uyarsan ya olun merkep ya bir sek
Sonra bilemeyecegimiz kelimelerin anlamlarini verirdi: "Hamr, sarhosluk veren sey; göresek, moda; sek de köpek demek. Cehaleti içkiye benzetiyor." derdi.
O yüzden benim siirle ilk temasim dedem sayesindedir. Muhabbetlerinde mutlaka Akif'ten, Ziya Pasa'dan, daha bir sürü sairden beyitler okurdu.
Ortaokulu okumak için gurbete gidince annemle tek muhabere aracim mektuptu. Mektup yazarken bir kaç da siir yazdigimi hatirliyorum. Mesela ilk siirim söyleydi:
Oh ne hos
Oraya buraya kos
Kisin çuval bos
Ortaokulda sehir çapindaki siir yarismasinda ikinci olmustum da 29 Ekim resepsiyonunda gece saat 11.00'de Scrics marka kalem hediye etmislerdi. O günden bu tarafa tükenmez kalemlerim hep Scrics oldu.
Edebiyat hocalarimiz bizi siir yazmaya tesvik ettiler. Ben kendime siir defteri bile tuttum. Genelde kahramanlik ve çile siirleriydi. Belki de Necip Fazil'dan etkilenmistim. Cografya hocamiz bir gün elimde resimlenmis siir defterimi görünce, "Getir bir bakayim." deyip istemisti.
Biraz da çekinerek vermistim. Söyle bir göz gezdirmis, "Hmm! Bu yasta bu çile!" demisti. Bense siiri çilenin dile getirilisi olarak algiliyordum. Okudugum siirler hep o yöndeydi.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin siirleriyle o dönemde karsilastim. Onu taklit etmeye çalistigim da oldu.
Bir edebiyat dersi esnasinda kar yagmaya baslayinca hocamiz: "Hislerinizi siirle ifade edin." demisti. Ben de oturup hiç kimseye okumadigim bir "Kar" siiri yazmistim. Sonra o 'Kar' siirini Türkiye Çocuk Dergisi'nin açtigi bir yarismaya komsumuzun çocugunun adiyla göndermistim. Dereceye girdi.
Üniversitede sikici derslerde, hep yarim kalmis siirlerim oldu. Onlari belki yirmi yil sonra tamamlayabildim. Sizinti Dergisi'ne gönderdigim 'zaman'la ilgili bir siir çikinca dünyalar benim olmustu. Ama devam etmedim.
Siire uzun süre ara verdim. Ilk çocugum dünyaya gelince ona hosamedi olsun diye siirler yazdim. Ikinci ogluma da 'ona yazdin, bana yazmadin' olmasin diye siirler yazdim. En son kizima da bir siir yazdim.
WhatsApp gruplari ve Zoom hayatimiza girdikten sonra çesitli gruplara dahil oldum. Birisi de edebiyatçi sair GÖKMENZÂDE'nin Crab Publishing çatisi altinda verdigi "KALEMIN DILI SIIR AKADEMISI" dersleriydi.
"Her siir bir misrai için okunur." derler. Ben hep o misrai yazmaya çalistim. Siirlerimin Necip Fazil'in benzetmesiyle 'keçiboynuzu' gibi degil bal kivaminda olmasini istedim. Yüregimin hopladigi anlari yazdim. Kendim için yazdim, belki baskalarinin hislerine de tercüman olmusumdur diye paylasmak istedim.
Siir, hep kalbimin bir yaninda, sicacik duran bir seydi. Neticede onun dersleri ve tesvikleri sayesinde siir duygum ikinci baharina uyandi. Onun tesvikleri olmasa belki de bu kitap vücuda gelmeyecek, dedemin babasi, adasim Akkiz Ali Efendi'nin eserlerinin akibetine ugrayacakti. Hem de bu çagda. Ali Akkiz
Dieser Download kann aus rechtlichen Gründen nur mit Rechnungsadresse in A, B, CY, CZ, D, DK, EW, E, FIN, F, GR, H, IRL, I, LT, L, LR, M, NL, PL, P, R, S, SLO, SK ausgeliefert werden.